Günümüzde "sivil savunma" denildiğinde aklımıza ilk olarak deprem, sel gibi doğal afetler ve bu durumlarda müdahale eden AFAD (Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı) gelse de, bu kavramın kökenleri çok daha eskilere, savaşların yıkıcı etkilerinden sivil halkı koruma ihtiyacına dayanmaktadır. Türkiye'de sivil savunmanın tarihi, Osmanlı'nın son dönemlerinden başlayıp, Cumhuriyet'in ilanı, Soğuk Savaş'ın gerilimi ve 1999 Marmara Depremi gibi büyük dönüm noktalarıyla şekillenerek günümüzün modern afet yönetimi anlayışına evrilmiştir. İşte bu önemli yolculuğun adımları:
İlk Adımlar: "Pasif Korunma" Kavramının Doğuşu
Türkiye'de sivil halkın korunmasına yönelik ilk sistemli adımlar, savaş teknolojisinin değiştiği ve cephe gerisindeki sivil halkın da hedef haline geldiği 20. yüzyılın başlarına rastlar. Özellikle I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sırasında düşman hava saldırılarına karşı halkın korunması fikri, "pasif korunma" kavramını ortaya çıkarmıştır.
Cumhuriyet'in ilanından sonra, 1928 yılında "Cephe Gerisinin Havaya Karşı Müdafaa ve Muhafazası Talimnamesi" yayımlandı. Bu, sivil savunma alanındaki ilk kapsamlı hukuki düzenleme olarak kabul edilir. Amacı, olası bir savaşta sanayi tesislerini, ulaşım hatlarını ve en önemlisi sivil halkı hava saldırılarından korumak için alınacak tedbirleri belirlemekti.
II. Dünya Savaşı'nın Etkisi ve Teşkilatlanma
Türkiye, II. Dünya Savaşı'na fiilen girmemiş olsa da, savaşın Avrupa'yı kasıp kavurması ve her an bir saldırı ihtimali, sivil savunma konusunu milli bir öncelik haline getirdi. Bu dönemde çıkarılan 3502 sayılı Pasif Korunma Mükellefiyeti Kanunu (1939), modern sivil savunma teşkilatının temellerini attı.
Bu kanunla birlikte;
- Şehirlerde siren sistemleri kuruldu.
- Geceleri ışıkların söndürülmesi veya karartılması (karartma uygulamaları) zorunlu hale geldi.
- Halkın sığınaklara nasıl gideceği, gaz maskesi kullanımı ve ilkyardım konularında eğitimler ve tatbikatlar düzenlendi.
- Valilikler bünyesinde "Pasif Korunma Müdürlükleri" oluşturuldu.
Bu dönem, sivil savunmanın sadece bir dizi tedbirler listesi olmaktan çıkıp, devlet ve millet iş birliğiyle yürütülen organize bir yapıya dönüştüğü kritik bir evredir.
Soğuk Savaş Yılları ve Sivil Savunma Genel Müdürlüğü
II. Dünya Savaşı'nın ardından dünya, bu kez nükleer, biyolojik ve kimyasal (KBRN) silahların tehdidi altında olduğu Soğuk Savaş dönemine girdi. Bu yeni tehdit, sivil savunma anlayışını da kökten değiştirdi. Artık amaç sadece konvansiyonel silahlardan değil, kitlesel imha silahlarından da halkı korumaktı.
Bu ihtiyaca cevap olarak, 1958 yılında çıkarılan 7126 sayılı Sivil Müdafaa Kanunu ile İçişleri Bakanlığı'na bağlı Sivil Savunma Genel Müdürlüğü kuruldu. Bu, Türkiye'de sivil savunmanın tam anlamıyla kurumsallaştığı tarihtir.
Bu dönemde;
- Kamu binaları ve konutlarda sığınak yapımı zorunlu hale getirildi.
- Okullarda ve kamu kurumlarında sivil savunma kolları ve ekipleri oluşturuldu.
- İkaz ve alarm işaretleri (sarı, kırmızı, beyaz ikaz) standartlaştırıldı ve halka öğretildi.
- Ülke genelinde tatbikatlar yaygınlaştırıldı.
Bir Dönüm Noktası: 1999 Marmara Depremi
Türkiye'nin sivil savunma ve afet yönetimi anlayışındaki en büyük ve en acı kırılma, 17 Ağustos 1999'da yaşanan Marmara Depremi ile gerçekleşti. Binlerce insanın hayatını kaybettiği bu büyük felaket, o güne kadar daha çok düşman saldırılarına odaklanmış olan sivil savunma yapısının, doğal afetler karşısında yetersiz kaldığını ve kurumlar arası koordinasyonun ne kadar hayati olduğunu acı bir tecrübeyle gösterdi.
Deprem sonrası yaşananlar, afet yönetiminde dağınık bir yapı yerine, tüm ilgili kurumları tek bir çatı altında toplayan, proaktif (önlem alıcı) ve bütünleşik bir modele geçilmesi gerektiğini ortaya koydu.
AFAD'ın Doğuşu ve Günümüzün Bütünleşik Afet Yönetimi
1999 depreminden alınan dersler ışığında, afet yönetiminde köklü bir reforma gidildi. 2009 yılında çıkarılan 5902 sayılı kanunla, Sivil Savunma Genel Müdürlüğü, Afet İşleri Genel Müdürlüğü ve Türkiye Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü gibi kurumlar lağvedilerek, Başbakanlığa (daha sonra İçişleri Bakanlığı'na) bağlı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) kuruldu.
AFAD'ın kurulmasıyla birlikte Türkiye, "kriz yönetimi" anlayışından "risk yönetimi" anlayışına geçti. Bu yeni anlayış dört temel aşamadan oluşur:
Zarar Azaltma: Afetler olmadan önce riskleri belirlemek ve bu riskleri azaltacak (örneğin kentsel dönüşüm, dere ıslahı gibi) önlemleri almak.
Hazırlık: Afet anına hazırlıklı olmak için planlar yapmak, ekipler kurmak, eğitim ve tatbikatlar düzenlemek (AFAD Gönüllülüğü gibi projelerle halkı sürece dahil etmek).
Müdahale: Afet anında arama-kurtarma, ilkyardım, barınma ve beslenme gibi faaliyetleri hızlı ve koordineli bir şekilde yürütmek.
İyileştirme: Afet sonrasında hayatın normale dönmesi için gerekli yeniden inşa ve rehabilitasyon çalışmalarını yapmak.
Sonuç
Türkiye'de sivil savunmanın öyküsü, basit bir korunma içgüdüsünden başlayıp, savaşların zorunlu kıldığı teşkilatlanmalardan geçerek, doğal afetlerin acı dersleriyle olgunlaşan bir dönüşüm hikayesidir. Bugün AFAD çatısı altında yürütülen modern ve bütünleşik afet yönetimi anlayışı, bu uzun ve tecrübelerle dolu tarihsel birikimin bir ürünüdür. Unutulmamalıdır ki, en etkili sivil savunma, tehlike anında ne yapacağını bilen, bilinçli ve hazırlıklı bireylerden oluşan bir toplumla mümkündür.